Merhaba ‘yeni’ hayat…

ahmetbeyler

Active member


12 Kasım 1999 Düzce depremine sayılı günler kala, İzmir’de 6.6 büyüklüğündeki depremle sarsıldık.

15 saniye süren o korkunç sarsıntının ardından 115 vatandaşımız yaşamını yitirdi, binlerce kişi de yaralandı. Geride yine hasar gören onlarca bina ve yürek kaldı… Tıpkı Düzce’deki gibi…

30 saniye süren ve 845 kişinin yaşamını yitirdiği 7.2 büyüklüğündeki 1999 Düzce depreminin ardından bölgeye ilk giden gazeteciler arasındaydım.

Kente girdiğimizde hava kararmıştı. Adeta savaş alanındaydık. Yol boyunca sağlı sollu yıkılmış binalar, birçoğunun içinden çıkan dumanlar ve alevler...

Hava buz gibiydi. Baretlerindeki lambalardan ışıklar süzülen arama-kurtarma ekipleri ellerinde sedyeler enkazdan enkaza koşuyordu.

Kan revan içinde devlet hastanesine taşınan yaralılara ilk müdahale, bina hasar aldığı için ne yazık ki bahçede yapılabiliyordu.

Sokaklar arasında dolaşırken yıkıntılar içinde gördüğümüz cansız bedenler, enkazlardan dışarı uzanan bir el, bir kol… Daha da üşüdüğümü anımsıyorum…

Önder Ataç’la tanışmamız da o gün olmuştu. 7 katlı olduğu söylenen bir enkazın başında durmuştum. Binada hayat belirtisi tespit edilmiş, içeride üniversite öğrencilerinin olduğu söyleniyordu. Orada ne kadar bekledim hatırlamıyorum ama 19 saat sonra Haydar, 27 saat sonra da Önder’in kurtarılmasını görmek her şeye değmişti.

İki arkadaşın haberini ertesi gün gazetemizde, ‘Merhaba Hayat’ başlığıyla vermiştik.

Peki, ‘yeni hayat’ onlar için nasıl geçmişti? Ülkece yıkıcı depremden ders almış mıydık?

Yanıtı bugün, yani tam da 12 Kasım’da 41. yaşına basan, evli ve 2 çocuk babası Önder Ataç’ı aradım…

Yeniden doğduğum gün

- O güne dönelim mi, uzun zaman geçti değil mi?


Evet, 41 yaşındayım. 12 Kasım benim nüfusumda yazan doğum tarihim biliyor musunuz? Aslında nisan doğumluyum. Eskiden nisan ayında kutlardık. Ama depremin ardından annem hep ‘O gün yeniden doğdun’ diyerek 12 Kasım’da kutlamaya başladı. Şimdi evliyim, biri kız biri erkek iki çocuğum var. Tunceli doğumluyum ama ailemle Mersin’de yaşıyoruz. O güne dönersek... Oda arkadaşım Haydar’la Düzce İzzet Baysal Üniversitesi’nde okuyorduk. Oda diyorum çünkü paramız ancak Harun Amca ve Binnaz Teyze’nin evlerinin bir odasını kiralamaya yetmişti. Abim de o dönemde üniversiteyi okuyordu, babamın gücü yoktu. O gün de okula başlayalı 7 ay olmuştu. Kampüsten çıkmıştım, arkadaşlarım çay bahçesine gidiyordu. ‘Önce eve uğrayayım, yemek yiyip geleyim’ dedim. Bir de kütüphanede bir kitap içinde bir resim görmüştüm onu yağlı boya çizecektim, çerçevesini hazırlayayım istiyordum. Bizim daire 7 katlı binanın 2. katındaydı. Altımızda manav vardı. Haydar’la salondaydık, soba yanıyordu sıcacık, yemeğimizi yedik. Harun Amca da odasında yatıyordu. Binnaz Teyze kızına gitmişti.

Bağırıyorlardı sonra sesler...

- Ya sonra…


Deprem saat 18.57’de oldu. O an resme dalmıştım. Birden güçlü bir sarsıntı oldu. Saniyeler geçiyor, bitmiyordu. Kaçmak için kapıya koştuk, merdivenler yıkılmıştı. Ardından mutfak balkonuna koştuk. Amacımız aşağıdaki manavın brandası üzerine atlamaktı. Böylece kurtulacaktık ama Binnaz Teyze kapıyı kilitlemişti.

- Neden?

Çünkü, Harun Amca Alzheimer’dı, balkona çıksın istemiyordu. Kapıyı açamadık. Zaten o an yıkıntılar arasında kaldık. Sonrası karanlık ve çığlıklar… Apartmanda bir sürü öğrenci vardı, bağırıyor, yardım istiyorlardı. Sesleri kesildi saatler ilerledikçe de zaten…

- Oturduğunuz apartman sağlam değil miydi?

Sağlam görünüyordu bina çatlak yoktu. Sadece sonradan yukarı katlardan birinin kolon kestiğini öğrendik. Zaten bina da zeminden çökmedi bizim, yukarıdan yıkıldı üzerimize…

‘Olan olmuştu, bekleyecektik’

- Kurtarılmak için siz de bağırdınız mı?


Yok, ben bağırmadım çok. Haydar da baya bağırdı önce, ‘Bağırma, karnımız tok nasılsa, enerjini boşuna tüketme!’ diye kızdım ona. Çünkü faydası yoktu. Olan olmuştu, bekleyecektik. 17 Ağustos depremini yaşamıştık. Ondan önce de Adana. Uzmanların uyarılarını okumuştum, enkaz altında soğukkanlı olmak, enerjini harcamamak gerekiyordu. Hem arkadaşlarım dışarıda beni bekliyordu. Elbette bize yardım getireceklerdi, biliyordum.

- Üşümediniz mi peki?

Yok, o adrenalinle üşümüyorsun. Bacaklarımın üzerinde yıkıntılar vardı.

- Kaç saat kaldınız enkazda?

Haydar 19 saat, ben 27 saat sonra çıkarıldık. Harun Amca da bizden sonra sağ çıkarıldı.

- Sesinizi nasıl duyurdunuz?

Daha çok taşla vurarak, Mors alfabesi gibi ‘Evet’, ‘Hayır’ gibi mesaj göndererek yanıt veriyordum.

- Hiç umudunu yitirdiğin oldu mu?

Hayır. Korkmadım, geleceklerdi biliyordum.

- Fotoğrafını çektiğim o anı anımsıyor musun?

Hayal meyal… Tükenmiştim artık. Sadece biraz yüzüme vuran ışığı anımsıyorum.



Yaşadığım için şanslıydım ama...

- Hastanede ne kadar kaldın?


Yaşadığım için şanslıydım ama hiçbir şey artık eskisi gibi olmadı. Enkazda vücudum harap olmuştu. Bir bacağımı kaybetmiştim. Böbrek yetmezliği nedeniyle aylarca diyalize girdim. Art arda gelen ameliyatlarla tam 2 yıl hastanede kaldım. Her serviste yattım neredeyse. Hem manevi hem maddi olarak yoruluyorsunuz.

- Devlet destek olmadı mı?

Oldu ama neticede devlet hastanesi. Doktor tedavi, ameliyat için gerekli olan malzemeleri istiyor. Eczaneden satın almak zorunda kalıyorsunuz. İlk verdikleri protez kullanılacak gibi değildi, sadece bir gün kullanabildim. Sonra da bir hayırsever yardımıyla daha iyisini aldık. Sonraki protezlerimi de hep kendim aldım. En son aldığım 200 bin liranın üzerindeydi. Devletten ancak 40 bin lirasını alabildim. O da ‘nitelikli engelli’ sayılmayı başardığım için.

- Ne demek nitelikli engelli?

Yani eğitimli olacaksın, derneklerde görev alacaksın, sosyal olacaksın... Emekliler alamıyor, ne yazık ki herkes yararlanamıyor...

Artık çelik yapıda uzman

- Üniversite eğitimini tamamlayabildin mi?


O da ayrı bir sorun oldu. Hastanede 2 yıl kaldım. Üniversiteden “6 ay rapor geçerli” dediler, devamsızlıktan kaldım. Tedavim bitince yine sınava girdim. Antakya Mustafa Kemal Üniversitesi Makine Teknik Ressamlığı Bölümü’nü kazandım. 2003’te mezun oldum.

- Engelli olmanın dezavantajını yaşadın mı mesleğinde…

Yaşamaz mıyım? Biz depremzedeler için en büyük sorun çalışmak oluyor. 2007’de iş güvenliği yasası geldi, sahada görev almamız kısıtlandı.Kendi işimi kurdum ve çelik yapılar üzerine uzmanlaştım. Pek çok AVM’nin sinema yapımını gerçekleştirdim.

- Bir binanın altında kalarak hayatın değişti ama sen yine de inşaatların içinde olmayı istedin…?

Evet ama artık güvenli bir bina için gerekenleri A’dan Z’ye biliyorum. Ev alıp satarken sadece 2001, 2002 sonrası deprem yönetmeliğine uygun olarak inşa edilenleri alıyorum...

Engelleri aşmak için çabalıyor

- İş dışında neler yapıyorsun?


Ailemle zaman geçiriyorum. Çocuklar hayvanları çok sevdiği için iki katlı bahçeli bir evde oturuyoruz. Ama hiç durmuyorum ki zaten. Ben hep çok sosyal oldum. Türkiye Sakatlar Derneği Mersin Şubesi yönetimindeyim. Uzun yıllar başkanlık da yaptım. Valilik ve Mersin Büyükşehir Belediyesi Kent Konseyleri’nde görevliyim. Ayrıca Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Erişilebilirlik Denetim Komisyonu’nda uzun yıllar görev aldım. Mersin’de denetimlerimiz sonucu kamu ve okul olmak üzere 40’a yakın binayı engeli vatandaşlarımız için uygun hale getirdik. Bunlar için mücadele vermek kolay olmuyor. Türkiye’de hâlâ üniversiteler, iş yerleri ve okullar engelli ulaşımına uygun olmadığı için çoğu vatandaşımızın çalışma ve eğitim hakkı elinden alınıyor. Yani bu ülkede eksikliklerin düzelmesi için sadece ben ve benim gibi sade vatandaşlar emek harcamamalı.
 
Üst